Pieces Of A Dream
+ “Duvarın içinde.” dedim. - “Duvarın içinde ne?” diye sordu. + “Neler yaşandı kim bilir, nasıl hayatlar geçti buradan…” + ”Şurada durur musun? Bu görüntünün içinde bir yerin olmasını istiyorum.” - “Nerede?” diye sordu. + Elimle, “şurada” diye gösterdim, “duvarın içinde.” - “Olmaz” dedi, “ben olmadan çek.” + “Sen olmadan…” O olmadan çektim. Şimdi bu ana bakıyorum da çoktan geçti gitti. O da çoktan gitti. Bu kalıntılar gibi geriye içimde bir parçasını bıraktı. “Ben olmadan çek” demişti ama çoktan o karenin bir parçası olmuştu bile. Bu yüzden bu fotoğrafa baktığımda O’nu görüyorum. Tam orada işte, duvarın içinde.
Pieces Of A Dream
Zamana daha fazla dayanamayan duvar ve duvarın içindeki hatıralar gibi yine bir parçamın düştüğünü hissettiğim, onlarca kez yaşadığım bunaltıcı anlardan birinin daha içindeydim. Biliyordum, bir gün duvarı ayakta tutan o taş da bırakacaktı beni. Her ayrıntı, yaşadığım buna benzer önceki anlar ile birebir aynı biçime sahipti. Dışarıdan işittiğim sesler, içimdeki sıkıntılar, hep aynı yerde durup aynı yerden acıtan dertler, odaya vuran sokak lambasının ışığı, duvara yansıyan gölgesinin şekli, başucumdaki kitap, kitabın 135’inci sayfasındaki ayraç, ayracın olduğu sayfadaki cümleler, cümlelerin hissettirdikleri... Bu buhranlı an, her defasında nasıl aynı şekilde varoluyor ve beni içinden çıkamadığım sıkıntılar ile yatağımda bir başıma bırakıyordu? Sanırım bu sorunun yanıtı dinlediğim türkünün içinde geçen cümledeydi, yanıt da değildi aslında; bu sefil odamdan çıkarabildiğim tek anlamdı: “Ele gelen bahar bize gelmiyor.”
Dream
Epey trafik vardı. Kaldırımda bir o yana bir bu yana adım atarak onun işten çıkmasını bekliyordum. Trafikte bekleyen araçlardaki insanların bana baktığı hissine kapılarak tedirgin oldum. Bu gergin bekleyişe, göreceğim kişiyi beş aydan sonra ilk kez görecek olmamın verdiği his de eklenince gerginliğim daha arttı. Onunla karşılaştığımızda soğuk bir şekilde selamlaştık ve yürümeye başladık. Bir kahvecide oturduk. Önce isteksizce havadan sudan konuştuk. Sandalyesinde arkasına yaslanmış, çantası kucağında, her an kalkacakmış gibi oturuyordu. Sanki onu bu görüşmeye çağıran bendim ve bir şeyleri ispat etmem gerekiyordu. Biliyordum ki bu görüşmeyi değiştiğimi görmek için istemişti. Uzun zamandır kendimi değiştirmeye çalışıyordum. İçinden çıkamadığım bu bir başına olma duygusundan kurtulmak istiyordum. Bir süre bu yalnızlık halime, kurtuluşu elzem olan bir şeymiş gibi baktım. Oysa bunu bana telkin eden hep başkalarıydı. Zaten bu yüzden de değişim konusunda başarılı olamadım. Nihayetinde böyle bir süreç yaşadığım için kendime kızdım; ben halimden memnundum. Bir süre sessiz kaldık, birkaç kere telefonu ile ilgilendi. “Seni görünce anladım ki yine başaramayacağız.” diyerek sessizliği bozdu. “Seninle olmaz. Karşımda yine ‘aynı adam’ var” dedi. “Aynı adam” ile neyi kastettiğini sordum. “Kendi dünyası içinde” diye yanıtladı. Karşıma çıkan herkes neden beni şekillendirmek istiyordu? Şu ana dek hiç şaşmamıştı bu döngü. İçimdeki sevgiyi, onların sevgiyi gösterme anlayışına göre yansıtmalıydım. Birini benim nasıl sevdiğim, bunu nasıl duygular içinde yaşadığım ve nasıl yansıttığımın ehemmiyeti yoktu. Duygularımı yontmalıydım. Oysa kendine yabancılaşan biri, nasıl birisi olabilir ki? Geriye ne kalır? Karşımdaki kadının bu tavrı beni hem kızdırmış hem de rahatlatmıştı. Aklıma bir filmden sahne geldi, ona sahnedeki repliği söylemek istedim: ”Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak. Bana biraz haksızlık etmiyor musun?” Ama sessiz kaldım, her şeyin kendi dünyam içinde kalması en iyi karşılık olacaktı. Masada bizden önce içilen kahve bardaklarına gözüm takıldı, içinde izmaritler. Bizim hikayemizin sonu için “ne anlamlı manzara” diye düşündüm. Her hikaye nihayetinde kendi sonuna ulaşıyor, her sigara sonunda izmarit oluyor. İzmarite dönüşmeden önce çekilen nefeslerde ise kırık hikayeler duman olup kayboluyor. Bu düşüncelerin içinde kahvemden son yudumu içtim, sigaramdan son nefesi çektim, izmariti bardağımın içine attım, ona son kez baktım ve sigaramın dumanı gibi usulca kayboldum gecenin karanlığında.
Windows
#Canonet #Canonetql17 #35mm #Film #Analog #Analogue #İstanbul