All Alone
Epeyce yürüdü. Kar yağışına aldırmadan yürüdü. Sonra tenha bir köşebaşında durdu. Sanki bütün gün aradığı yere ulaşmış gibiydi. Bir yer bulamayacağını anladı belki de; onu hatırlatmayan tek bir yer yoktu. Kimsenin umrunda değildi zaten o da kimseyi umursamıyordu. Bir başındaydı. Ama elbette birisi vardı aklında. Olmalıydı. Bu köşebaşında kar yağarken haber beklemişti ondan. Ama ne yazık ki onu tek gören bendim, aslında bir başına olan da o değildi.
All Alone
Kimsenin fark etmediğini düşündüğüm kaybolmuş herhangi bir sokakta belki kayıplardan birisi de benim. Ve belki birileri herhangi bir yerde beni görmüştür.
All Alone
Mostar
Trebinje
Evet, onu yine dinledim. Kendisinin bundan haberi yok. Kimsenin yok. Tam burada, birkaç adım önce, yoksa birkaç adım sonra mıydı? Her şeyden uzaklaştığım yerdeyim sanıyordum. Oysa her şey benden uzaktaydı. Ben o şeylere yaklaşmaya çalıştıkça aramızdaki mesafe daha da uzaklaşıyordu. Sanki haritada görünmeyen ama orada bir yerlerde olan bir yer gibiydim. Her şey uzaktı o yere. Birkaç adım öncesiydi, evet hatırladım. Köprünün üstünden nehire yukarıdan son kez bakıyordum.
All Alone
Herkes bir yere doğru hareket ediyor. Onları gittikleri yerde güzel şeyler bekliyormuş gibi hissediyorsun. Zamanın içinde bir başına kayboldun. Bir yol arıyorsun. Oysa baktığın yer o kadar uzak ve belirsiz ki, ne yöne gitsen çıkış yok. Belki de zamanın içinde hapsoldun henüz farkında değilsin.
All Alone
Görebiliyordum mutluluğun nerede olduğunu. Hep gördüm. Fakat yanımdan geçip gitmesine mani olamadım. Bugün, daha birkaç gün önce, içinde bütün ıstıraplarımı unuttuğum, hayatta olduğum bir yerden geçtim. “Buradaydım” dedim kendi kendime. Sabah erkenden uyanıp uzun uzun bakmıştım yaşam denen şeye. Bitmesin istemiştim, ancak saat acımasızca işlemişti. O yeri arkada bırakıp gitmek zorunda kaldığımda nasıl bir parçam orada kaldıysa, bugün oradan tesadüfen geçerken daha da fazlası kaldı. Korkarım, yakında benden geriye hiçbir şey kalmayacak. Sadece ‘hayal kırıklıklarının başkenti'nde yaşadığım birkaç parça hikaye.
All Alone
Kış geliyor. Hazır mıyım bu mevsimin getireceklerine? Eğer bir çiftçi olsaydım, bu soruya yanıt vermek için kendimi daha doğru bir kişi kabul edebilirdim. Oysa, şehirde yaşayan birisi olarak kış mevsimine sadece paltomu ve beremi çıkararak hazırlanıyorum. Bir de birkaç kavanoz kışlık yiyecek ile. Ancak tabii bu, hazırlığın fiziksel kısmı. Peki ya ruhsal kısmına hazırlık? İnsan işte bir buna hazır olamaz. İlk üşüdüğünü fark ettiğin an başlar etkisi. Keşke paltomu sırtıma alıp soğuğu kabullendiğim gibi, içimdeki kış mevsiminin etkisine de bir çare bulabilseydim. Sanırım yapılacak bir şey yok, yol belli; soğuğun ve kışın benim bir parçam olduğunu kabul etmeli, düşük bütçemle aldığım elimdeki alışveriş poşetlerini bir anlığına yere bırakmalı, beremi başıma almalı, boynumu atkı ile sarmalı, soğuğu içime çekmeli ve sobalı evime doğru devam etmeliyim.
All Alone
Birkaç kahve vaktinden önce kapının önündeydim. Onun kapısının. Başımı kaldırıp yukarı baktım, içerideki odaların birinde olmalıydı. Bir adım uzaktaydım ondan, bir zil sesi... Ama bazen en uzak an, o atamadığınız adımdır ya. Öyleydi. Kapıdan içeri o adımı atmaya bir türlü cesaret edemedim. Kim olarak karşısında duracaktım ki! Sokakta bir aşağı, bir yukarı dolaştıktan sonra kapıyı gören bir kafeye oturdum. Gözlerim kapıda, onu görmek için beklemeye başladım. Epeyce bekledim, onlarca insan geçti önümden. Dedim ki kendime, “bir kahve vakti kadar daha.” Nasıl da usul usul içmiştim o son fincan kahveyi... Kahvem bitti, hesabı ödeyip kalktım. Aslında kahvenin değil, hayatın hesap ödettiği kişiymişim gibi hissettim. Bu cumbalı eski apartmanlarla çevrili sokakların ortasında yine bir başıma kalmıştım. Hava nasıl da soğuktu. Bir başımayım diye mi bu kadar soğuktu? İçimdeki o yer acımaya başlamıştı. Artık bu acıyı kaldıracak gücüm git gide tükeniyordu. Onu kaybetmişim gibi hissederek yürümeye başladım. Yürürken anlamıştım, gibisi fazlaydı.
All Alone
Bir yerlerde dolaşırken herkesin canı bir fincan kahve ya da bir bardak çay ister. Benim de istiyor. Bu benim için bir ritüele dönüştü, sokaklarda kaybolmaya çıktığımda bir fincan kahve içmek... Zaman zaman düşünüyorum, acaba bu kahve için mi yola çıkıyorum yoksa yola çıktığım için mi kahve içmeyi seviyorum? Yanıtı henüz bulamadım. Epeyce yürüdükten sonra yol kenarında bir kafeye girdim. İçerisi oldukça kalabalıktı, dışarıdan bu kalabalığı görseydim muhtemelen burayı tercih etmezdim. Ancak artık çok geçti, kahvemi aldım ve olabilecek en kötü noktada boş bir yer buldum, bütün kalabalığın tam ortasında. Oraya oturduğum anda bir kıskacın içinde hissettim kendimi. Sanki bir ateş çemberi oluşturmuşlar ve git gide bana yaklaşıyorlar, beni sıkıştırıyorlarmış gibi. Kahvenin her yudumundan keyif alacağım yerde, her yudum beni biraz daha terletiyordu. Herkesin mutlu olduğu bir yerdeymişim gibiydi, ben hariç. Bir an önce kahvemi bitirip kendimi sokağa atmak istiyordum. O an tekrar anlamıştım ki, hiçbir şeyim yoktu beni kucaklayan bu sokaktan başka.
All Alone
Bir insan, nasıl bir kaybedene dönüşür? Bir insan, nasıl her gece sarhoş olur? Bir insan, hayatı boyunca olmak istemediği birine dönüştüğünü ilk kez fark ettiğinde nasıl hisseder? İnsan, tüm bu soruların, hatta daha fazlasının yanıtına kendisiyle ulaştığını anladığında ne yapar? Belki önce bu yanıtlara karşı koymaya çalışır, sonra gerçeklerin ağırlığı karşısında yanıtları kabullenir, muhtemelen bu ağırlık altında git gide omuzları düşer, kalabalıktan giderek uzaklaşır, her zaman bir başınadır, kendisine yetecek kadar alışveriş yapar; aldıkları tek bir torbaya rahatlıkla sığar, eve doğru yavaş yavaş yürür, kapısını açar, onu tanıdık birisi karşılar; hep tek bir arkadaşı olmuştur zaten: Yalnızlık.
All Alone
#Canonet #Canonetql17 #35mm #Film #Analog #Analogue
All Alone
#Canonet #Canonetql17 #35mm #Film #Analog #Analogue
All Alone
#Canonet #Canonetql17 #35mm #Film #Analog #Analogue